6 Mart 2016 Pazar

ŞEMSİYELER GENELDE NEDEN SİYAH RENKLİDİR?

Şemsiye kullanımını öncelikle söylemek gerekirse çok eski zaman dilimini kapsayan bir geçmişini mevcuttur. Öncelikle Şemsiyeler Mezopotamya zamanlarına kadar gider. Şunu da araya katmalıyım ki ilk şemsiyeler yalnızca güneşten korunmak maksadıyla üretime geçmişti ve yıllarca bu böyle devam etmişti. Hatta İngilizce’ de “umbrella” kelimesi Latince’ de ki gölge anlamına gelen “umbra” dan türemiştir. Takvimler 3400 yıl öncelerine kadar gider. O zamanlarda kullanılmaya başlanmasına rağmen daha yaygın değildi. Özellikle erkekler tarafından hiç kullanılmıyordu. Yavaş yavaş şemsiye üzerindeki birkaç değiştirmeler neticesinde yağmuru da geçirmemesini fark eden kadınlar yağmurda da kullanmaya başladılar. Kadınlar rahat rahat sokaklarda dolaşabilirken erkeklerin vay deyin hallerine.
                Şemsiyenin Avrupa’ya geliş tarihi takvimlerde ki 1700’lü yıllarda gerçekleşti. O zamanlarda yaygınlaşan şemsiye şuan ki halinden haliyle daha farklıydı diğer icatlarda da değişimler olduğu gibi. İlk piyasaya çıktığında kumaştan yapılan bu şemsiyeye yağmur damlalarını emmemesi adına özel bir yağ sürülüyordu. Bu yağ sayesinde de kumaş su almıyordu. Kullanımı da ağırlaşmadığından daha fazla kullanılabilirliği de artıyordu. Şemsiye üzerinde temizlik yapılmadığında da, sürülen yağ sonucunda şemsiyenin renginde bir değişme meydana geliyordu. Rengi siyaha dönüşen şemsiyeler bu yolla meydana çıkmışlardı. Tabii ki şemsiyeler sadece yağmurdan korunmak için değil, daha birçok şeyden de korunmamıza yardımcı oluyor. Bir diğeri ise de güneşten korunma.
                Yağmuru emmemesi adına yağ sürülen ve neticesinde siyahlaşan şemsiyeler genellikle erkeklerin sevgisini kazandı. Bilindiği üzere siyah güneşi çeker ve beyaz tam tersi etki yaratır. Bu sayede de kadınlar da güneşten korunmak için beyaz şemsiyelerle güneşten korunmaya başladılar. Aksesuar haline gelen siyah ve beyaz şemsiyeler o zamanlardan başlamıştı renklerinin özelliğine.
                Fakat tabii ki bu yüz yıllar önce olan olaylar. Yine de kanıtlanmış bir gerçek vardır ki o da siyah ve beyazın dengesi… Bu denge yüz yıllar geçse de yıkılmadı ve bu zamanlara kadar dengesini koruyarak geldi. Sanki siyah-beyaz televizyonlardan izliyormuşuz gibi müthiş bir denge bu. Gel gelelim hala devam eden bir olaya.
                Evet gerçekten şemsiyelerin üzerine bir yağ tabası sürülüyordu ve yağmur gerçekten sinmiyordu o şemsiyeye ama ne yazık ki aynı derecede de kullanışlı değillerdi ve çok çabuk yıpranıyorlardı. Ara sırada olsa temizlik gerektiriyordu. Eziyetli idi. Hali hazırda tabii ki bu yıllar arasında şemsiyelerde de değişiklikler meydana geldi ama yine de siyahın yağmuru geçirmiyor görüşü günümüze kadar devam ederek gelmiştir.

                Asıl tuhaf olan ve belki de gülünç olan bir konu ise şemsiyenin başlayışı ve şuan ki gelinen son noktası. Bu serüven yüz yıllar önce güneşten korunmak için yapıldı ama artık günümüz dünyasında çok az insan şemsiyeyi güneşten için korunuyorlar. Tam tersi yağmurda herkesin elinde bir şemsiye görmemiz mümkün.


tag: temizlik şirketleri, temizlik, temizlik firmalarıi temizlik firması, temizlik şirketi, istanbul temizlik

4 Mart 2016 Cuma

ERKEKLER NEDEN MAVİ VE KIZLAR NEDEN PEMBE RENGİ SEVER VE GİYER?


                Neden iki cins de kendine özgü seçtiklerini düşündüklerini renklerle anılır hiç bilemiyorum doğrusu. Neymiş efendim mavi erkek, pembe kız rengi imiş. Mavi giyen kız yadırganırmış hele ki bir pembeyi bir erkeğin üzerinde görürsek vay onun haline! Gittikçe tabii ki bu görüş azalmaya başladı. Artık erkekler pembe ve kadınlar da maviyi iyice hayatlarına soktular. Benim merakım bu fikrin ortaya nasıl atıldığı aslında…
                Bilindiği üzere kadınlar erkeklere nazaran genellemeye bakacak olursak daha fazla giyimlerine özen gösteriyorlar. Hava şartlarına göre şıklığımızı ortaya koyacak bir bluz altına bir kot çekip saçımızı toplamak ve bir spor ayakkabıyla da oldukça şık ve spor bir görünüm elde edebiliriz. Tabii ki şıklığımıza uygun hafif de bir makyaj ama her şey bunlarla da aslında bitmiyor. Bazen renk seçimlerinde oldukça zorlanıyoruz. Bu renk buna uyar mı acaba diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz.
                Gel gelelim pembe rengine…  Pembenin değişik bir etkisi var insanlar üzerinde aslında. Açık pembe biraz daha yumuşak bir renk. Temizlik, berraklık ve şeker etkisi yaratıyor. Biraz daha sevimli bir görüntünüz oluyor iken koyu pembe biraz daha ortama ihtişam ve hararet katıyor.
                İngiltere’de Newcastle Üniversitesi uzmanları bir araştırma yürütmeye başladılar. Acaba kadınların pembe ve erkeklerin mavi sevmesinin altında ne yatıyor? Gerçekten sevdikleri için mi? Öğrenilmiş bir edim mi? Yoksa genetik bir olgu mu? Akla gelebilecek milyonlarca sorular var bu bağlamda. Araştırmaya bu noktada anket çalışmalarını soktular ve 200 erkek ve 200 kadına pembe ve mavinin tonlarla ilişkili bir şeması gösterildi. Tahmin de edebileceğimiz üzere de kadınların pembe ve pembeye yakın tonları; erkeklerin ise mavi ve maviye yakın renkleri seçtikleri görüldü.
                Bu noktada açıklama yapan uzmanlar ise olayı biraz daha tarihi bir olaya bağlamayı tercih ettiler. İlk çağ insanlarında kadınların pembe sevmesinde etkin rol oynaması, erkeklerin yine o zamanlar da ağır işler yaparken kadınlar meyve toplama gibi işleri üstleniyorlardı. Meyvenin doğru halini seçmek için de genelde daha fazla olgunlaşmış olanlar haliyle toplanıyordu. Olgunlaşmış meyveler de tabii ki belirgin bir renk farkı vardı. Daha fazla pembeleşmiş olanlar toplanıyordu. Erkek seçiminde de daha sağlıklı olanları seçiyorlardı. Bunu da tenlerinin rengiyle ayırt ediyorlardı. Daha fazla pembeleşmiş yanaklara sahip olan erkeklerin daha fazla sağlıklı olacaklarına inanıyorlardı. Bu gibi sebeplerden ötürü pembe rengi kadınlarda biraz daha fazla sinmiş bir renk idi. Günümüzde bayanlara yönelik hazırlanan ürünlerin kozmetiklerin ve temizlik kimyasallarının vs. çoğu pembe renktedir.
                Erkeklerde ise durum şu şekildeydi. Az önce de dediğim gibi kadınlar yemek ve meyve gibi ev işleriyle uğraşırken erkekler avcılık yaparak hayatlarını sürdürüyordu. O zamanlarda avcılık yapmak için en uygun hava koşuluna göre hareket ediyorlardı. Temiz ve güzel bir hava da masmavi ışıl ışıl bir gökyüzü olarak nitelendiriliyordu. Bu da erkeklerin daha fazla maviye yönelmelerine ve sevmelerine yol açmıştır.
                Aslına bakarsak günümüz koşulunda karşılaştığımız şeylerin geçmişte yaşanmış olaylar birleştirmek de oldukça mümkün gözüküyor.

3 Mart 2016 Perşembe

BAZI ÜLKELERDE TRAFİK NEDEN SOLDAN AKAR?

           Bazı ülkelerde trafiğin ters yöne aktığını hepimiz biliriz. Yani bir başka bakış açısıyla da biz araçları sollarken onlar sağlıyor. Bunun nedeni de merak konusu gerçekten de. Birçok yabancı ülkede misal İngiltere ve Japonya’da görürüz bu durumu.
                Oranlarla anlatmak gerekirse %35 trafik soldan akar. Buna örnek olarak İngiltere, Japonya, Avustralya, Tayland, Pakistan ve Hindistan gibi ülkeler verilebilir. %65 ise trafik sağdan akar. Buna da örnek olarak öncelikle Türkiye, Amerika, Almanya ve Çin gibi ülkeler verilebilir.
                Bu ikilemi öğrenmek için hemen tarihe bir göz atalım. Öncelikle savaşların daha da sıklaştığı zamanlara. O zamanlarda genellikle arabaların yerine atlar vardı. Bu zamanlarda düşmanın nereden kestireceğini bilememe durumu oluşuyordu. Ona göre daha temkinli davranmamız gerekiyordu. Tabii ki hukuki açıdan dünyanın zayıf olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Bunun neticesinde insanlar kendilerine koruma iç güdüsüyle hareket ediyorlardı. Karşımıza çıkacak kişinin dost mu düşman mı olduğunu anlayamıyorduk o zaman dilimlerinde. Eğer kılıcınız sağ tarafınızda ise karşıdan gelen bir düşmansa kılıcınızı aniden hazır bir şekilde çekip kendinizi savunabilirsiniz. Buradan bakıldığında kesinlikle çok mantıklı bir davranış gerçekten ama o zamanlar bu görüşü savunmayanların başka sebepleri vardı. Şimdi onlara gelelim.
                Az önce de dediğim gibi Japonya’da trafik soldan akar. Nedeni de bundan yıllar yıllar önceki Samuraylara dayanır. Samurayların aynı konuda görüş farklılığı da şuydu. Diğer tarafta kılıcı hazır çekmek isteyenlerden farklı olarak; kılıçlarını arada tutmak istiyorlardı Samuraylar.
                Her şeyi geçtim ama bazı önemli adamların aslında gizli büyük hareketlerini de gün yüzüne çıkartmak gerekir. Sağdan akmaya sebebiyet veren isim Napolyon’dur. İlkten bir bilgi paylaşayım sizlerle. Napolyon solaktır. Bunun neticesinde ise yanına sağdan gelinmesini istiyormuş. Bu olay neticesinde yanına gelenler sağdan gelmeye başlamıştır. Napolyon büyük bir savaşçıdır. Savaşçı ruhunun vermiş olduğu etki ile uygulamalarda kökten temizlik yapmıştır. Kazandığı topraklarda trafiğin sağdan akmasını istemiştir. Bu böyle katlanarak devam etmiştir. Haliyle her ne kadar İngiltere’yi topraklarına katmak istese de bunu başaramamıştır. Bunun neticesinde İngiltere’de trafik akışının tam tersi yaşanmıştır ve sömürdüğü ülkelerde de aynı kuralı uygulamıştır. İllaki başka konular da vardır böyle önemli bir konuyu iki-üç maddeye sığdıramayız neticesinde. Fakat dillerde olan en büyük etmenler bunlardır. Bu kurallara alışan insanoğlu da değiştirmeyi düşünmez kanaatimce bunu. Alışmak da zor olsa gerek.

                İnsanoğlunun yaradılışından itibaren hep bir güven, korunma duygusu vardı. Bunun da altında görüldüğü üzere kendini koruma ve savaşlar yer aldı. Taş devrinde kendimizi dinozorlardan korurken şimdi araba çarpmalarından koruyoruz tabi bu başka bir durum. Gelişen teknoloji bazen gözümü korkutmuyor değil ama teknoloji sayesinde de yazılarımı sizlerle paylaşma fırsatı  buluyorum. Ne mutlu bana...

27 Şubat 2016 Cumartesi

GELECEĞİN EV OFİS VE YAŞAM TEKNOLOJİLERİ

          Teknolojik devir artık takip edilemeyecek boyutlara ulaştı. Her şekilde her şeyin daha iyisini bulan insanoğlu daha da azmini ortaya koyarak mucizeler yaratmaya devam edecek ileri ki yıllarımızda.
                İlk öncelikle benim için de gerçekten bir başyapıt niteliği taşıyan hologram teknolojisinden bahsetmek istiyorum. Diğer bir adıyla 3 boyutlu görüntüler. Yansıtma sayesinde 3 boyutlu görüntüler elde ediyoruz ve istersek görüntüleri de hareket ettiriyoruz. Lazer ışınlarının ve dalgalarının eşleştirmesi yoluyla oluşan görüntüler bir bölgeye veya da televizyon görüntüsü şeklinde de verilebilir. Bu hologram teknolojisini de kullanım yerleri belli tabii ki. İş görüşmesindeki sunumlarda, okullarda ve seminerler başta olmak üzere ofislerde, birçok yerde kullanım alanı bulunmuştur. 
                Gelelim nano robotlara. Beynimize takılabilecek olan bu icat sayesinde sanal gerçeklik içerisinde olacağız. Nasıl ki bilgisayarlarımız internete bağlanıyorsa biz de beynimizdeki sayesinde yaşadığımız yıllar çoğalacak, tedavi edilmesinde zorlanılacak rahatsızlıklar da tedavi edilecek. Aslında en önemlisi ölümü bir hastalık olarak gören bilim adamları bunu da yenmenin planlarını yapmaya çalışacak ve bu özellikler nano robotlara yüklenecek.
                Bu saydıklarım ne kadar sürede gerçekleşir bilemiyorum ama asıl bildiğim şey şu. Gelecekteki en büyük derdimiz bunların olmaması değil de başka şeyler olacak. Mesela enerji en başta geliyor. Enerjinin hızlı tüketilmesi sonucunda gelecek yıllarda bunun bitmesi halinde yeni arayış yolları düşünülüyor.
Bunlardan bir tanesi de şekerden enerji üretimi. Bir anda Matrix filmlerindeki gibi bir dünyanın içinde bulamayacağız haliyle kendimizi. Her şeyden önce eldeki imkanlarla bir şeyler yapmamız gerekecek. Mutfağımızda çayımıza koyduğumuz şekerimiz ileri ki yıllarda bizim için şu an ki durumundan daha fazla önem taşıyacağı kesin. Şimdilik şekerden enerji üretimi küçük boyutlarda gerçekleşmiştir. İleri ki yıllarda üzerinde durulduğunda daha büyü farklar görülecektir.
Bilindiği üzere neredeyse tüm canlılar metan gazı üretir. Atmosfere salınan bu önemli gaz artık bizim çok büyük önem taşıyor. Bilim adamları arabalara da sıvı şekilde yakıt olarak kullanıldığında işimize yarayacak olan bu gazı sıva yakıta çevirebilecek enzimlerini keşfettiler.
Çok tuhaf bir teknolojik durum ile karşı karşıyayız. Yürüdüğümüz adımlarla da enerji çıkartmak artık gündem konusu. Her ne kadar şu an test aşamasında olsa da başarılı olacağı kuşkusuz. New York’ta bir okulda şuan yürüyen öğrenciler aynı zamanda enerji de üretmiş oluyorlar. Genel anlamda tabii uygulanacağı yerlerde en başka büyük alışveriş merkezleri ve insanların çok olduğu yerlerle kalabalık ülkelerde misal Çin ve Hindistan gibi ülkelerde uygulanarak hayatımızı değiştireceği düşünülüyor.
Matrix filmini küçük bir çocukken izlemiştim ve hala etkisindeyim. İnsanların bedeninden enerji üretildiğini orada gördüğümde çok büyük bir şaşkınlık içerisinde kalmıştım. İç organlarımızdan sekiz voltluk bir elektrik üretildiğini de düşünürsek yarın öbür gün fiş yerine tabletlerimizi kendimize takıp şarj edebiliriz. Bunu görmek için yüz yıllara gerek kalmadı diye düşünüyorum.
Ev temizlik hizmetinde ve evlerimizin, ofislerimizin  dış yapısında kullanılan ürünler ise artık değişim aşamasına girecek. Dış yapısında kullanılan ürünler ise güneş enerjisi üretecek şekilde tasarlanacak. Üzerlerine sürülecek özel bir boya sayesinde artık bir bina kendi enerjisini kendi üretebilir hale gelecek. Dış cephe temizlikleri yapmaya gerek kalmayacak, belki inşaat aşamasında sürülen ürünler ile dış cephe ve camlar kendi kendine temizlik yapacak. Hatta telefonlarımız ve diğer teknolojik aletlerimiz ise şarj sıkıntısı çekmeyecek.

Bu gibi daha sayamayacağımız bir dolu icatlar bizi bekliyor. Kendi adıma söylüyorum hepsine hemen ayak uyduracağıma eminim!

20 Şubat 2016 Cumartesi

ışılti temizlik şirketi - temizlik şirketleri - temizlik - nurseli idiz...

HEP BİR TIK DAHA İLERİYE


Daha güzel bir dünya… Evet. Aslında yapılabilecekler listesi çok kabarık gerçekten. Biraz bilgi ile aslında bu güzel dünyaya kavuşacağımıza dair inancım kuşkusuz. Aklıma ilk gelen ve listenin en başındaki isim bana sorarsanız “yardım”. Yaptığımız her bir yardımda manevi huzur bizi sarıp sarmalar öncelikle. Yüzümüzde bir tebessüm belirir. Yardım bir iyilik sembolüdür ve iyiliği üç gruba ayırırız. “Karşılıksız yapılan iyilik”, ”iyiliğe karşı iyilik”, kötülüğe karşı iyilik”. Biraz ruh temizliği. Bir alışveriş merkezinde poşetlerini taşıyamayan bir teyzeye yapılan ufak bir yardım, ağlayan bir çocuğu mutlu edip yüzünü güldürebilmek ya da dışarıda açlıktan susuzluktan kıvranan hayvanlara uzatılan bir ekmek kırıntısı ve yanına da bir kap su. Her ne kadar çok ufak bir yardım gibi gözükse de göze bütün insanlığın bu davranışları sergilediklerini bir düşünsenize. Aman Allah’ım! Bu tarz küçük yardımlar daha güzel bir dünyanın yapıtaşı ve temel tuğlasıdır. Bunlar olmadan yapılan bir dünya inşaası ilk çıkan bir 4.5 şiddetindeki bir depremde dahi yıkılacaktır.
            Sıra geldi ilk sıralardaki bir diğer isime. ”Empati”. Yani halk arasında da olduğu gibi “kendini benim yerime koy”. İnsanları anlayabilmenin, yaşadığı zorlukları veya mutluluklarının derecesini bu yolla anlayabiliriz. Kelime anlamına baktığımız zaman da Fransa’dan dilimize “empathie” olarak giren bu kelimenin “duyarlılık”, ”duygudaşlık” gibi kelimelerle karşılığının bulunduğunu görürüz. Mesela evinin önünde küçük bir çocuk gördün. O kadar aç ki artık kaburgaları sayılacak. Kendini onun yerine koyduğun andaki duygudaşlığı yani duygu birliğinizi hayal edin. Hayali bile kötü değil mi? Bunu yarım bir ekmek vererek o çocuğa dindirebilirsiniz.
            Her şeyin daha iyisini düşünebilmek gerekir. Bu da benim listemdeki iyi bir dünyaya biletlerden biri daha. Bir şey iyidir, gerekliliktir, araçtır, amaçtır. Misal bir telefon. Martin Cooper’in icat ettiği cep telefonu evet bir baş yapıttı. Fakat insanlar o sadece “alo” diyebilen ve fazla özelliği olmayan o telefonla bir müddet yetindiler. Yetinebildiler. İnsanoğlu olarak her ne kadar doyumsuz olsak da bazı konularda bu gerçekten de gerekli bir eylem. Cooper’in icadından sonra biraz daha ilerisini isteyen bir insanoğlu çabaladık, uğraştık ve hep bir tık daha ileriye sloganımızla bu günlere kadar inanılmaz bir güzellikte getirdik icadımızı. Tasarımlarımızla bir tık daha ileriye sloganımızla hep daha iyiye yaşanabilecek, daha temiz ve daha iyi bir dünya için uğraştık. Uğraşıldı.
            Aslına bakalım da görüldüğü üzere daha temiz, daha iyi ve güzel bir dünya aslında o kadar da zor değil sanki. Ne dersiniz? Hayvanların önüne koyulan bir kap su, bir çocuğa ekmek arası vermek ya da bir tık daha ileri sloganımızla hep her şeyin daha iyiye dönüşmesi. Bu küçük yardımları ve azmi hiç bırakmayalım. Daha temiz, daha güzel bir dünya için önce ruhumuzda temizlik yapalım. Yılmayalım.